Bulunduğumuz mekanlar ile ne kadar ilişki kurabiliyoruz. Bu sorunun cevabını verebilmek için kendimize biraz zaman tanımalıyız. İçerinde olduğumuz her mekanın bizi etkileyen bir enerjisi vardır. Boş vakitlerimizde yürüyüşe çıktığımız caddeler, alışveriş ettiğimiz dükkanlar, evimiz, banyomuz, kısacası dahil olduğumuz tüm alanlar için geçerlidir bu enerji alışverişi. Hatta kamp yaptığımız veya tatilimiz geçirdiğimiz doğal alanlarda da bir enerji alış verişi söz konusudur. Çevremizin doğal veya yapılı(mimari) bir çevre olması bu alışverişi engellemez. Günlük yaşantımız sürerken bizler genellikle bu enerji akışına dikkat etmeyiz. Ancak çok baskın olan görsel atmosferler dikkatimizi çeker. Oysa hisslerimizi yönlendiren genellikle bulunduğumuz mekanlarda ki detaylar bütünüdür. Objeler ve aksesuarlar, renkler ve formlar hislerimiz ile doğrudan ilişkilidir ve bizi tahmin edilenden daha çok yönlendirirler. Bu analiz karmaşık gözükse de biz tasarımcıların renk paletine benzer ve bizler çalışmaya detaylardan başlarız.
Nitelikli bir tasarım, kim ne derse desin izleyicinin yada kullanıcının tatmin duygusunun orantısı ile ilgilenir.Söz konusu mimari ise eğer, malzemelerin doğal olması, mekanların büyüklükleri, renkleri, odaların sayısı, tavanın yüksekliği, pencerelerin fazlalığı bir klişedir. Boş sayfalara benzerler. Tasarım sayfaların üzerine yazılan ve çizilenler ile alakalıdır. Yoksa her ev sahibi olmak isteyen bireyin, aklında mutlaka belirlediği bir takım kriterler vardır. Bir yapının ahşaptan mı inşa edileceği, misafir odasının olup olmayacağı, çatısının nasıl görünmesi gerektiği muhtemelen ilk hayaller ile birlikte belirlenmiştir. Tüm bu isteklerin derlenip toparlanması aslında konusunda uzman olmuş kişilerin kolaylıkla yapabileceği bir istifleme ve düzene sokma işinden başka bir şey değildir. Hele ki günümüzde yapıların güneş alması için pencerelerin güney cephesine konması veya kuzey hattının soğuk olması artık mesleki bir bilgi değil, internette kısa araştırmalar ile bulunabilecek basit bilgilerdir.
Bir yapının sağlamlığı, deprem mukavemeti ve yalıtımı gibi teknik sorunlar da tasarımın dolambaçlı yollarında yer almazlar. İşinde iyi bir usta bile tek katlı basit bir yapıyı yığma veya karkaslı olması fark etmeden sağlam yapmayı taahhüt ettiği için ustadır.Daha karmaşık yapıların inşasında ise İnşaat mühendisleri güvenilir hizmet verirler.
Yapı marketlerinden yada kataloglardan yer kaplamaları ve doğrama örnekleri ve diğerlerini seçmenin tasarım ile alakası yoktur. Son derece lezzetli ve çeşidi bol bir pazarda, yemek yapmaktan çok anlamayan amatör bir aşçının malzeme almasına benzer bu olay. Oysa yemekteki lezzet bazen koca bir tencereye atılmış bir tutam baharattan gelir. Ve sebzelerin tazeliği aslında bir tercih değil, gerekliliktir.
Tasarımın duygusal ve maddesel olarak iki aşaması vardır. Bunlar birbirlerinden ayrılabilecek parçalar değildir. Formlardan duyguları çıkardığımızda teknik olarak kendini ispat etmiş yavan yapılar elde ederiz. Benzer bir durum teknik içinde geçerlidir, olabildiğince doğal malzemeler kullanılmış, sevimli, küçük, şirin bir hobit evi yetersiz deneyim ve teknik altyapıdan yoksun inşa edildiğinde, rutubetli, istenmeyen haşerelerin konakladığı, sürekli toz bırakan duvarlara sahip olan, her yıl onarılması gereken can sıkıcı bir külfet olabilir.
Çok araştırma yapmak her zaman doğru sonuca kişiyi ulaştırmaz. Video derslerinden bakarak, eğitim notları okuyarak, internette modelleri ve çizimleri inceleyerek ev yapabilmek genellikle mümkün değildir. Bu benzer bir yol izleyerek kişinin cerrah olmaya çalışması gibidir. Sadece konaklama ihtiyacını karşılayacak ufak kulübeleri bu söyleme dahil etmeyebiliriz belki, fakat böyle ufak kulübelerde de, yapıyı inşa edecek kişinin nitelikleri ve mahareti çok büyük önem kazanır. Dolayısı İle de görecelidir.
Yapı tasarımı, özellikle ekolojik kaygılardan bahsedilmeye başlandığında, daha da katmanlı bir hale gelir. Öncelikle birkaç kuşak önce unuttuğumuz bilgiler ile işe başlanması gerekir. Ekolojik mimaride hane tanımı günümüzde kullandığımız vasat yapı tanımından daha geniş ve derin bir anlam ifade eder. Bu gün bir ev den bahsettiğimizde, iç mekanın metrekaresi ile tanımlama yaparız. Evimiz duvarlar ile inşa edilmiş görece güvenli addettiğimiz besi, üreme ve dinlenme alanlarıdır.
Kısıtlı alanlarda olabildiğince fazla sayıda insanın yaşamını, içinde yaşadığı sistemim işleyişini bozmayacak kadar sürdürebilmesi amaçlanmıştır. Hane dışı ortak kullanım alanları kısmi stresten uzaklaştırmayı ve kendilerini iyi hissetmeleri amacını güderek planlanır. Bu tabiki psikolojik bir yanılsamadır. İki sandalye ve bir küçük masanın sığdığı bir balkon açık hava hissi yaratılacak ender alanlardan biri haline gelir. Asfalta hapsedilmiş üç tane ağaç altında beton banklara oturmakta bir lütuftur. Kışın merkezi sistemle ısıtılan binalar ve asansörler konfor algısı yaratılarak pazarlanır. Böylesine kısıtlı alanlarda maliyetleri olabildiğince düşürerek yapılabilecek fazla bir şey de yoktur. Oysa merdiven çıkmamak ve hareketsizlik bendensel rahatsızlıklara sebeb olur. Gereğinden fazla ısıtılan evler mevsimsel takvimimizin devre dışı bırakır. Tüm bunlar içten içe bildiğimiz teknik olumsuzluklardır. Ve bu detaylar zihnimizin arkasında bir çöplük oluşturarak sağlığımızı bozarlar. Oysa insanın barınma ihtiyacı, beslenme ihtiyacı gibi temel ögelerden biridir. Yaşam maliyetlerinde en büyük bütçeler bu iki kısma ayrılmalıdır. Başımı sokacak bir ev tanımı içten içe düşük maliyet isteğini belirtir. Kaplamalar ve aksesuarlar ile kurulan bir yaşam alanı dekordan ötesine geçemez. Bu yanılgı sanılanın aksine maliyetleri düşüremez. Fiziksel ve duygusal tatmin eksikliği, zaman içinde yerini elbet başka giderler ile doldurmak isteyecektir. Tüketim ile birlikte de toplam yaşam bütçesi artar. Bu artış damlayan musluk gibi yaşam süresince devam eder. Ekolojik mimari, mimarinin unuttuğu çevre ilişkisini bizlere yeniden hatırlatmakla kalmaz, doğal çevreyi yapay bir hale sokmadan tasarımın bünyesine fiziksel olarak dahil ederek birey ve doğa ile yeniden ortak bir yaşam başlatır. Tüm bu tasarım yaklaşımı ev ve hane tanımının yeniden ele alınması ile mümkün olabilir. Evimiz neresidir. Duvarlar ile çevirdiğimiz kutular, kutuların istiflendiği sokaklar, sokaklardan oluşan mahalleler, kasabalardan, şehirler, ülkeler, kıtalar ve dünya. Aslında bu tanım tanımlayan kişinin olgunluğu kadar genişleyebilir ancak. Ekolojik kaygılar ise bir olgunluk haline geçme durumudur. Birey bireyselliğinden sıyrılıp, evrenselleşme çabası göstermeye başlamıştır. Ekolojik yapılarında oturduğu zemin aynı çabalar ve kaygılardır. Yoksa yapının duvarının ahşap mı, saman mı olduğu, sıvasının toprakla nasıl yapıldığı mevzu bahis değildir. Bunlar teknik angaryalardır.
Bir yapıya sahip olmak için baş vurulan temel hatalardan biri de yapılmış ev fotoğraflarına bakarak kişinin kendini rahat hissedebileceği iki boyutlu bir resim seçmesidir. Sonrasında da bu resimde gördüğü atmosferi canlandırmak için maliyet hesabı yapmaya başlar. Ustaları sıkıştırır, mimarları birbirine çarpıştırır, aldığı her bilgiyi bir diğeri ile kıyaslar. Böyle zihinler önce kendini sonra da çevresindeki her şeyi, inşaatı yapacağı araziye kadar her bir parçayı yormaya başlar. Bunların hiç biri gerçeği yansıtmaz. Özellikle sağlıklı bir hane var etme isteği doğru anlaşılmalıdır. Bir kişi sağlık kaygısına düştüğünde, var olan yaşamının sağlıksız olduğuna inanmaya başlamıştır. Durum böyle olduğunda mekan yada coğrafya değiştirmek bir işe yaramaz. Değişmesi gereken gündelik alışkanlıklardır. Yaşam biçimini değiştirmek hiç birimizin kolaylıkla kabul edebileceği bir davranış değildir. Bizler genellikle bizim dışımızdaki değişikliklerin peşine düşeriz.
Oysa sağlığımızı bozan veya bozma ihtimali olan sahip olduğumuz hayat parçaları, coğrafyalardan bağımsız olarak bizlerin de katkısı ile bozulmuş ve tehlikeli hale gelmiş kolektif yaşamlardır.Bulunduğumuz bir mekandaki enerjiden bahsettiğimizde burada kendi enerjimizden de bahsettiğimizi bilmemiz gerekir. Aksi halde ekolojiden , tasarımdan çevre sağlığından, bitki ve hayvan haklarından bahsetmemiz genellikle bir şey ifade etmez.
Melih Aşanlı.